Peri ve Kuzgun 55. Bölüm



Bölüm 55 : Dayanamıyorum

Bir süre öylece sarılı durduk. Başını göğsüme yasladı ve kollarını bana sıkı sıkıya dolayarak kendini bana bıraktı. Bunun benim için ne kadar anlamlı olduğunun belki de farkında değildi. Çünkü seviştikten sonra kenara çekilip işi bittiği için kadınıyla ilgilenmeyen birçok erkeğin olduğunu biliyordum. 

Ama Devrim öyle değildi. Sanki bu sevişmeden büyük bir parçasını benimle bırakmış gibi çaresiz ve yaralı görünüyordu. Ellerim saçlarında gezinirken aldığı derin nefesin göğsüme çarpan sıcaklığının farkında olmak, ve onunla nihayet bir bütün olabilmenin verdiği o müthiş duygunun geçip gitmemesini sağlamak için yerimden kıpırdamak dahi istemiyordum. 

Hala içimdeydi. 

Hala benimleydi ve bu bir kadın için çok güzel bir duyguydu. Sevdiğin, sevildiğin bir adam tarafından böyle sahiplenilmek çok güzel bir duyguydu.Sanki bütün kemiklerim erimiş, mutluluk göğüs kafesimi ele geçirmişti. O kadar kendimden geçmiştim ki bu andan, bu duygudan sıyrılmak istemiyordum. Kollarımı onun başına dolayıp iç çektim. 

Başını kaldırmak için kıpırdayınca kollarımı geri çektim ve mutlulukla yumduğum gözlerimi açarak ona baktım. Tamamen dağılmış bir şekilde gözlerini bana çevirmiş, yoğun bir şekilde beni izliyordu. Utandığımı hissederek gülümsedim. Gülümsedi. Sonra yukarı doğru uzanıp yüzlerimizi aynı hizaya getirdi. Gözlerinde hala az önceki gözyaşlarının kalıntıları vardı. Onu sarstığımı biliyordum. Ben de en az onun kadar sarsılmıştım. 

Elimi boynundan çekip yanaklarına koydum ve o alnını alnıma dayarken onu kendime çektim. 

Dudaklarıma doğru nefesini verdi ve iç çekti. "Böyle olacağını biliyordum." 

Engel olamadığım bir gülümsemenin dudaklarıma yayıldığını hissettim. "Nasıl?" diye tatlı bir fısıltıyla sordum. Hala benimleydi ve bacaklarımın arasında onu sıkı sıkıya sarmıştım hala. Sanki ayrılmak istemiyor gibiydik ikimiz de. Ben öyle hissediyordum, bir daha onu kendimden ayırabilir miydim emin değildim. 

Gözleri dudaklarıma kaydığında gülümsemem silindi. Neden bilmiyorum ama bunu her yaptığında kalbim yerinden çıkacakmış gibi ani bir basınçla hızlı bir şekilde atmaya başlıyordu. Sadece bir bakışı bana bunu yapabiliyordu. 

"Benden geriye bir şey kaldı mı bilmiyorum," diye fısıldadı, bakışlarını dudaklarımdan çekip gözlerime yönlendirirken. Yutkundum. Ne demek istediğini çok iyi biliyordum. 

"Eğer bilmek istiyorsan," diye sataştım ona tatlı bir şekilde. "Ben de dünyamın sarsıldığını hissediyorum. Çok şiddetli bir deprem geçirmiş gibiyim. Hem aşırı utanıyorum hem aşırı cesaretliyim. Kalbim şu an öyle bir atıyor ki onu bir türlü sakinleştiremiyorum. Hele sen bana böyle tatlı tatlı gülümseyerek bakarken!" 

Ah! Kendimi durduramıyordum. 

Burnunu burnuma sürtüp kısık sesle güldü. "Peri," dedi uyarır gibi. Bana böyle seslenmesine bayılıyordum. "Seni seviyorum."

Ah! Tamam. Şimdi sarhoşluğum tamamlanmıştı işte. Bundan sonra çenemi tutabilene aşk olsundu. 

"Devrim?" diye fısıldadım onun gözlerinin içine bakarken. Dudakları bana değsin istiyordum, onu öpmek istiyordum. Hatta o hala içimde olduğu için kalçasını birazcık hareket ettirsin ve beni yeniden havalara uçursun istiyordum. Ama ondan önce ona söylemem gereken bir şeyler vardı. 

"Efendim?" dedi boğuk bir sesle. Bütün vücudu hala üzerimde olduğundan, kalp atışını, vücudunun sıcaklığını, onu bütünüyle hissedebiliyordum. Muhteşem bir duyguydu. Kollarımı yeniden boynuna doladım ve o öpmeyince ben uzanıp dudağını öptüm. Bir saniye sonrasında geri çekilip ciddi bir şekilde gözlerininiçine baktım. 

"Artık karı kocayız," diye fısıldadım. 

"Evet," diye fısıldadı o da. Bakışları koyulaştı ve büyülenmişçesine yüzümü süzmeye devam etti. Galiba için için eriyordum. Böyle bakılır mıydı? Kahretsin! Konuşmakta güçlük çekiyordum. Yutkundum ve devam ettim. 

"Artık..." Hım. Hım. Hım. Derin bir nefes aldım. "...yani artık tamamen karı kocayız."

Dudaklarına muzip bir gülümseme yerleşince hayretle ona baktım. Bu gülümseme yeniydi! Zalımın oğlu! Ne güzel bir gülümsemeydi o. Sanki kalbimi deşmişti. 

"Devam et," diye teşvik etti. 

"O nasıl bir gülümsemeydi Devrim?" diye kızdım. 

Neden birden durduğumu, neyden bu kadar etkilendiğimi fark edince yüzünü yeniden o gülümseme sardı ve bana ışıl ışıl gözlerle baktı. 

"Ah!" diye iç çektim ve elimin birini boynundan çekip aramıza sokarak göğsümü ovaladım. "Bu işkenceye nasıl dayanırım bilmiyorum." 

"Peki ben?" diye sordu. Birden ciddileşmişti. "Peki ben sana nasıl dayanacağım Peri? Nasıl dayanacağım?" 

"Kötü mü bu?" diye fısıldadım korkarak. "Bak Devrim..biz artık karı kocayız...kendini bana bırakmanı istiyorum artık. Tamamen benim ol, kendini benden sakınma, artık tek kişilik bir hayat yaşama...tek kişilik duygular besleme..ben-"

Sözümü kesmek için dudaklarını birden dudaklarıma bastırdığında anında sustum. Beni tam olarak öpmesi bile gerekmiyordu. O dudakları dudaklarıma dokunduğu an bambaşka bir aleme geçiyordum. 

Hafifçe geri çekilip gözlerimin içine baktı. "Ben kendimi çoktan sana bıraktım Peri." diye fısıldadı. "Kendimi tamamen sana bıraktım. Hala çabalıyorum biliyorsun. Yine biliyorsun bu yaşıma kadar hep tek başına yaşadım, duygularımda, hayatımda, kendimde hep tek başımaydım. Sen o bütün bunları yerle bir eden tek kişisin. Beni yalnızlığımdan söküp alan tek kişisin Peri. Senden sonra nasıl tek olabilirim ki? Nasıl olabilirim bilmiyorum. Eğer beni bırakıp gidersen-"

Bu sefer ben onu öperek susturdum. "Seni bırakmam mümkün mü sence?" diye sordum ona. "Galiba farkında değilsin Devrim Kuzgun, başına çok büyük bela aldın. Atsan atamazsın, kaçsan kaçamazsın, tamamen benimsin. Sen istesen de seni asla bırakmam. Asla!" 

Söylediklerimi ölçüp biçer gibi birkaç saniye sessizce baktı bana, hemen ardından başını eğdi ve dudaklarımız birleşti bir kez daha. Bu kez geri çekilen olmadı. Kollarım onu sıkıca sardı. Nefesim nefesine karışırken vücudum ona daha fazla dolanmak istiyordu. Bacaklarımla bacaklarını, kalçalarını sıktım ve ona hareket etmesini istediğimi belirttim. İçimde sertleştiğini biliyordum. Ancak o hareket etmiyordu. Aşkla, yepyeni bir duygusallıkla içinde taşıdığı aşkı öpücüğüne katarak beni öpüyordu. Hiç böyle öpülmemiştim. Bu öpücükte öyle çok anlam vardı ki aklımı kaybetmiştim. Mest olmuştum adeta.  

Tam son nefesimi teslim edeceğimi düşündüğüm an dudaklarını geri çekti ve içimden çıkarak -o boşluk hissi çok tuhaftı- doğruldu. 

Vücudunun güzelliğine bakarken kendimden geçtiğimin farkında değildim. Ancak çok sonra onun eğilip bacaklarıma baktığını fark ettiğimde utanarak bacaklarımı kıpırdattım ve kapatıyormuş gibi yaptım. 

"Ah Peri." diye inlediğini duydum. Yüzündeki acı çeker gibi bir ifade vardı ve ona neyin sebep olduğunu görmek için bacaklarıma baktım. Kan izlerini görünce yüzümü buruşturdum ve doğrularak bacaklarımı çektim. 

Müthiş bir farkındalık duygusuyla sarsıldım. Artık bakire değildim. Bu o kadar garip bir duyguydu ki birkaç dakika boyunca sesimi çıkarmadan hayretle bacaklarıma baktım. Devrim'in ise kaskatı olmuş bir şekilde yanımda oturduğunu hissedebiliyordum ancak ona bir şey diyemiyordum. Bu benim kendi yüzleşmemdi. Neredeyse otuz üç yaşına kadar bakire olup da sonradan bu ayrıcalığı kaybetmek çok başka bir duyguydu. Hem mükemmeldi hem de garip hissettiriyordu.

Gözlerimin dolduğunu hissettim.  

"Özür dilerim," diye acıyla fısıldayan bir ses duyana kadar ne kadar zamandır sessiz kaldığımı bilmiyordum. 

Bakışlarımı hemen yanıma çevirdim ve Devrim'in acıyla kasılan yüzüne baktım. Korkarak, "Ne için özür diliyorsun?" diye sordum. Sonuçta bu beklendik bir şeydi. Fakat yine de tepkisi beni endişelendirmişti. 

Elleriyle ellerimi tuttu ve dudaklarına götürüp avuçlarımı, parmaklarımı, ellerimin üzerini öptü. Sanki acımı hafifletmeye çalışıyormuş, sanki beni teselli etmek istiyormuş gibi hareketleri çaresiz ve aceleciydi. "Canını yaktım," dedi titreyen bir sesle. "Biliyorum..bunun olacağını biliyordum ama canının bu kadar yanmasını istemedim Peri."

Ne? Endişelendiği şey bu muydu?

Rahat bir nefes aldım. O anda gerçekten benim için o kadar endişeli görünüyordu ki, o garip halimden sıyrıldım ve elimi tutan ellerini çekerek ona sarıldım. Sıcak göğsü göğüslerime değdiğinde iç çektim. Hissettiğim inanılmaz duyguların ahengine hemen kapılıverdim ve gözlerimi kapatarak uzunca bir süre ona sarıldım. Sevdiğiniz insanla kucaklaşmanın ayrı bir önemi vardı fakat çıplak bir şekilde kucaklaşmak daha başka bir duyguydu. 

"Canım yanmıyor," diye fısıldadım kulağına. "Sadece...sadece kanı görünce sanırım biraz duygulandım o kadar."

"Ah," dedi anlayarak ve beni daha sıkı sardı. Onunla bu şekilde kucaklaşmanın garip, güzel bir tarafı vardı. Sanırım utanma duygusu artık çok geride kalmıştı. Bir kere izin verdiğiniz zaman zihninizdeki bütün engeller aşılıyordu. Benim bedenim onun olmuştu, onunki ise benim. Bu kadar basitti. 

O yüzden ona, "Hadi duş alalım," derken oldukça rahattım. 

Kollarımın arasında bedeni kasıldığında başımı çekip gözlerine baktım. Bu fikrin onda nasıl bir duygu uyandırdığını gözlerinde görmek istiyordum. Ancak gözlerine baktığımda soru sorar gibi bir ifadeyle beni tarttığını gördüm. 

"Peri, eğer mahremiyet istersen-" 

Gülümseyerek parmağımı dudaklarına koydum ve sözünü kestim. Hala beni düşünüyordu. Mahremiyet isteyebileceğimi nasıl düşünürdü? Daha onun bedenini keşfetmemiştim bile. Yara izleriyle dolu olsa da o beden benimdi. Onları görmek içimi acıtacak olsa da ellerimi sırtında gezdirirken hissettiğim o tümsekleri görmem gerekiyordu. 

"Benim mahremiyetim sensin," diye fısıldadım nefes nefese kalmış bir şekilde. Onunla duş alacak olmak beni heyecanlandırmıştı.  Parmaklarımı öptü ve ayağa kalktı. O vücudundan kesinlikle utanmıyordu. Saklama gereği bile duymuyordu. Birden ayağa kalkıp bütün heybetiyle karşımda dikilince gözlerimi ondan alamadım. Utanmaz bir şekilde onu baştan ayağa süzdüm. Göçüm, tam bir paketti. Ve benimdi. Gerçekten vücuduna çok iyi bakıyordu. Uzun, yapılı ve gerekli yerlerde muhteşem kasları vardı. Vücudunda bir gram fazlalık yoktu oysa benim bedenim eminim birkaç hafta içinde kıvrımlarla dolacaktı. Ayva göbeğim çıkacak ve beni deli edecekti. 

Devrim zayıfladığımı söylüyordu, biraz öyleydi. Hiç değilse o da kilo almıştı. Beni almak için Amerika'dan buraya geldiğinde o kadar zayıflamıştı ki aklım çıkmıştı. 

Şu neredeyse iki haftadır gelinliğim ile uğraştığım o bütün zamanlarda yemek yediğimden emin olmuştu. Normalde zayıflamış olmam gerekirdi, Devrim'e göre zayıflamıştım da, ama yine de vermem gereken kilolar vardı. 

"Peri," dedi uyarır gibi ve benim gözlerim onun şeyinden...ım...şeyinden...şeyinden işte! - kaçıp gözlerine kenetlendi. Bana tatlı bir gülümsemeyle bakıyordu. Anında yanaklarım ısındı ve vücudum karıncalanmaya başladı. Kim bilir ne kadar arsız olduğumu düşünüyordu. Söz konusu o olunca ne kadar arsız olduğuma ben bile hayret ediyordum ama önemli olan bu değildi, önemli olan onun burada karşımda olduğuna hala inanamayan bir parçamı ikna etmekti. Sanki ona yeterince uzun bakarsam o parçam, Devrim'in varlığını kabullenecekti. 

Yavaşça ayağa kalktığımda dikkatli bakışlarının altında inlememek için kendimi zor tuttum. 

Bir adım atmıştım ki bacaklarımın arasından ılık bir şeyler aktı ve aşağı baktığımda bekaretimin izini gördüm. Yutkundum. Devrim ile yeniden göz göze geldiğimizde beni tutup kendine çekti ve dudaklarını alnıma bastırdı. Bir süre yalnızca öpücüğünün tadını çıkardım. Alnıma kondurduğu bu öpücük benim için o kadar anlamlıydı ki. 

Dudaklarını çektiğinde fısıldayarak, "Sen git, ben de geliyorum." dedi. Başımı salladım ve dolaptan yeni bir iç çamaşırı takımı ile gecelik çıkararak banyoya girdim. Bu süre zarfında ona bakmamıştım bile. Çıplaklığımdan o kadar da utanmıyordum ama yine de ilk kez bir erkeğin yanında böyle çıplak olduğumdan dolayı garip hissediyordum. Mutluydum. 

Banyoya girdim ve kıyafetlerimi dolaba koydum. Duş kabinine adım attım. Soğuk havanın etkisini şimdi hissetmeye başlamıştım. Sıcak suyu ılığa ayarladım ve duş jelini banyo lifine sıktıktan sonra vücudumu yıkamaya başladım. Saçlarımı da şampuanladım. Tamamen temizlendiğimi hissettiğimde abdest aldım ve yeniden suyun altına girdim. 

Devrim hala gelmemişti. Acaba bilerek mi beni erken göndermişti? Benimle olmaktan çekiniyor muydu? Saçlarımın suyunu sıktığımda banyonun kapısı açıldı ve duş kabinin buharlı cam kapısından onun çıplak bedenini gördüm. Elimle buharı sildim ve ona baktım. 

Çekici bir savunmasızlıkla, aç büyüleyici bakışlarıyla gözlerini benden ayırmadan banyonun kapısını kapattı ve üç uzun adımda yanıma gelip kabine girdi. Bir anda üç kişinin rahatlıkla sığabileceği kabin onunla dolmuştu. Sanki her yerdeydi. Tek başına bütün alanı kaplıyordu. 

Nefesim kesildi. 

Yutkunarak ona baktım. Bana doğru bir adım attı ve beni tutup sırtımı kendisine çevirdi. Bir elini karnımın üzerinden doladı, diğeriyle de boynumun altından kavradı ve bana arkadan sarıldı. Başını saçlarımın tepesinde hissettim. Bu inanılmaz duyguya kendimi kaptırdım ve başımı arkaya atarak gözlerimi kapattım. O da ıslanmaya başladığında gülümsedim. Su üzerimizden akıp giderken birkaç dakika boyunca öylece durduk. Bana karşı duyduğu duyguların yoğunluğu onu sarsıyordu, biliyordum. Çok fazla geldiğini de biliyordum. 

Kollarını daha sıkı doladı ve ben de onun kolunu sıkarak cevap verdim. Vücudunun ön kısmını arkamda tamamen hissedebiliyordum. Güçlüydü, sıkıydı, sıcaktı ve inanılmazdı. Erkekliğinin o kendine has uzvu kalçama bel boşluğum ile kalçam arasındaki o bölgeye baskı yapıyordu. Heyecanlanmıştı. 

Kendimi ona doğru ittiğimde derin bir soluk aldı ve birden beri bırakıp kendine çevirdi. Kolları yeniden belime dolandı, ayaklarımı yerden kaldırdı ve dudaklarını dudaklarıma dayadı. 

Ah! Buna bayılmıştım.  Kollarımı anında boynuna doladım ve öpücüğümüzü derinleştirmek için ağzımı iyice açtım. Dili dilime dolandı, Göğsü hırıltılı bir nefesle yükselip alçaldı ve vücudumuz birbirine karışırken beni ateşli bir çaresizlikle öptü. 

Göçüm! 

Beynimin sıvılaşıp akıp gittiğini hissediyordum. Nefes nefese kalana kadar öpüştük. Buna feci şekilde alışıyordum. Beni bırakıp, ayaklarımı yere indirdiğinde derin derin nefesler alıyordum. Alnımı göğsüne yasladım ve gözlerimi kapattım. "Sen beni öldürmeye çalışıyorsun galiba." diye mırıldandım. 

Kısık sesle güldüğünü duydum. Islak saçlarımın arasına giren elini hissettim. Başımı tutup kaldırdı ve gözlerimi gözlerine kenetledi. Bana uzunca bir süre yalnızca baktı. Ve sonra alnını alnıma dayayıp gözlerini kapattı. Kalbim bütün bunlara nasıl dayanıyordu? Burnunu burnuma sürttü, sonra yanağını yanağıma değdirip iç çekti. Sakallarını kesmişti ama teni tenime değdiğinde küçük sakallarının battığını hissettim. Onun sakallarını seviyordum. 

"Seni yıkayalım," diye mırıldandı. 

Başımı iki yana salladım. "Ben işimi bitirdim. Seni yıkayacağım." 

Yanağıma doğru gülümsedi ve tatlı bir öpücük kondurup banyo lifine uzandı. Onu elime verdi ve elini iki yanına indirip tamamen bana teslim oldu. Ah ne kadar seksiydi. Bütün vücuduna dokunacağım için heyecanlanarak duş jeline uzandım ve lifin üzerine döktükten sonra onu yerine koydum. 

Devrim aldığı derin nefeslerle alçalan göğsüne ilk dokunduğumda iç çekti. Lifi geniş göğsünde gezdirmeye başladım. Duş jelinin hoş kokusu etrafımızı sardı. Ellerim onun vücudunda geziniyor, onu yıkama bahanesiyle onu keşfediyordu. Hım....buna gerçekten de bayılmıştım. 

Ön kollarını yıkadıktan sonra yeniden göğsüne geçtim ve karnının titrediğini hissettim. Gülümseyerek başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. Gözlerini kapatmıştı. O kadar etkileniyordu ki gözümü yüzünden ayırmadan elimi biraz aşağıya kaydırdım ve karnına dokundum. Küçük gergin göbek deliğini yıkadım. Kaslarının güzelliğine hayran hayran bakmayı başka bir zamana bırakacaktım. Devrim'in nefes alışverişleri hızlanınca gülümseyerek kolunu tuttum ve dönerek arkasına geçtim. Sırtını yıkayacaktım.

Ancak vücudundaki soluk renkli kurşun yara izlerini görünce dondum kaldım. Bir anda buz gibi kesildim ve hemen sonra yakıcı bir ateşin yüreğime düştüğünü hissettim. Soluğumu tuttum. Bana daha önce bahsettiği kurşun izlerini görmenin beni bu kadar etkileyeceğini bilmiyordum. 

Gözlerim yanmaya başlayınca dayanamayarak ona sarıldım. Kollarımı az önce onun bana yaptığı gibi karnına doladım. Dudaklarımı sırtına bastırdım. "Elleri kırılsın," dedim fısıltıyla. Canım o kadar çok yanıyordu ki konuşamıyordum. Güçlükle yutkundum ve dudaklarımı sırtında gezdirdim. 

Kaskatı kesilmiş, neye üzüldüğümü anlamıştı ancak hiçbir şey söylemedi. Ona sarılmama izin verdi. Banyo benim sessiz hıçkırıklarımla doldu. Gözyaşlarım ben engel olamadığım için hızla akıyorlardı. Ona sarılmayı bırakmadım. Elimden gelse vücudunu tamamen vücudumla bütünleştirmek istiyordum. 

İzlerin olduğu yeri tek tek yeniden, yeniden, yeniden öperken iç çektim. "Bunu küçücük bir çocuğa nasıl yaparlar," diye fısıldadım acıyla. Dayanamıyordum. Onun çektiği acının kanıtlarını görmek beni tamamen sarsmıştı. Dayanamıyordum. 

"Peri," dedi uyarır gibi. Karnına doladığım kollarımı çözmeye çalıştı ancak itiraz ederek inledim. Aksine ona daha sıkı sarıldım ve yüzümü sırtına gömdüm. Kaskatı kesilmiş bedenini öpücüklerimle donattım. O izlerin hiç olmaması dileyerek, ona bunları yapanların gebermelerini dileyerek bıkmadan, usanmadan öptüm. Onu bırakmayacağımı anlayınca öylece durdu. Ona istediğimi yapmama izin verdi. 

En sonunda tükendiğimde kollarım zayıf düştü ve onu bıraktım. Hemen arkasını dönüp yüzümü ellerinin arasına aldı ve ona bakmam için başımı kaldırdı ama yapamıyordum. Çok fazla duyguyla dolup taşmıştım. Ona, ona ve ailesine bunları yapanları öldürmek istiyordum. Bir insan hayatını nasıl bu kadar hiçe sayabilirlerdi? Gencecik bir çocuğa nasıl kıyabilirlerdi? 

O kurşun izlerini görüp de sarsılmamak elde değildi. Kurtuluşu bir mucizeydi. Sanki o benim mucizemdi. 

"Peri," dedi tutuşunu sıkılaştırarak ve ben gözlerine bakmamakta direnince o başını eğdi ve benimle göz göze geldi. Baş parmakları gözyaşlarımı siliyordu. "Yapma." diye fısıldadı. "Geçti. Ağlama..." 

Ağlamam daha da şiddetlendi. Bunun geçip gittiğini nasıl söylerdi, ben hayatına girene kadar hala bunun gölgesinde yaşıyordu. Belki de bunun gölgesinden hiç çıkamayacaktı. 

"Lütfen ağlama," dedi ve eğilip dudaklarını alnıma bastırdı. "Lütfen. Lütfen dayanamıyorum." 

Sesi parçalara ayrılıyormuş gibi acı içindeydi. Kendimi toparlamaya çalıştım ama hissettiğim acı o kadar büyüktü ki yapamadım. Ağlamamı durduramıyordum. Onu ve o yaştayken bütün bunları yaşamak zorunda kaldığı zamanları düşünüyordum. Empati bile yapamayacak kadar acıydı yaşadıkları. Kimse anlayamazdı. 

Birden dudaklarımda dudaklarını hissedince nefesimi tuttum ve inleyerek kollarımı boynuna doladım. İçimdeki bütün sevgiyi ona aktararak öptüm. Öyle bir öptüm ki onun da şaşırdığına emindim. Bana sımsıkı sarıldı, dudaklarımız gözyaşlarımla ıslanıyordu ama umurumda değildi. Beni duş kabinine yasladı ve daha şiddetli, daha çaresiz bir çırpınışla öpmeye başladı.

Acı aramızda eriyordu. Nefes almak için dudaklarımız ayrıldığında yüzümü boynuna gömdüm, boynunu öptüm. Hızımı alamayarak dudaklarımı yüzünde, yanaklarında, çenesinde, burnunda, gözlerinde gezdirdim. 

"Elleri kırılsın," diye fısıldadım nefes nefese kalmış bir halde. "Sana dokunan, sana acı vererek dokunan herkesin elleri kırılsın." Onu kendime çektim ve yeni, ihtiyaç duyduğum aç bir öpücük için dudaklarının saldırısına aynı şiddette karşılık verdim. 

Ah! 

Ona dokunana kadar ona duyduğumun ihtiyacın ne denli derin olduğunu anlayamamıştım. Suyun altında sırılsıklam olmuştuk. Beni alıp kaldırdı ve duş kabininden çıkardı. Dudaklarımız ayrılmış, yüzümü boynuna gömmüştüm. Beni yere indirip kendinden uzaklaştırmak için ellerini belimin kenarlarına koydu.Hafif bir baskıyla beni kendisinden ayırmaya çalıştı. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda endişeli gözleriyle yüzümü süzdü ve eğilip burnumun ucundan öptü. "Hasta olacaksın." 

Başımı salladım ve onun bir havlu alıp bana doğru yaklaşmasını izledim. Havluyu vücuduma doladı bir tane de saçlarım için aldı. Arkama geçti ve saçlarımı kurulamaya başladı. Üzerime bir sükunet çökmüştü. 

Yutkundum ve o saçlarımı kurularken gözlerimi yumdum. Saçlarım nihayet elektriklenmeye başlayınca havluyu kenara bıraktı ve vücudumu da kuruladı. Aynı şeyi ben de ona yapmak istiyordum ama ona engel olmak istemiyordum. Şu an benimle ilgilenmek istiyordu, belki düşünmemek için bir şeylerle meşgul olmaya ihtiyacı vardı. 

Ona acılarını hatırlattığım için kendime kızdım. 

Nihayet kurulandığımda iç çamaşırlarımı getirdi ve bana verdi. Onları elinden aldım ve giydim. Daha sonra gümüş beyaz ipek geceliğimi başımdan geçirdi, alnıma öpücük kondurdu ve kollarını belime dolayıp bana sımsıkı sarıldı. Bu sarılmayı beklemediğim için hazırlıksız yakalanarak ona tutundum. Gözlerimi kapattım ve müthiş varlığının tadını çıkardım. 

Geçmişte ne yaşamış olursa olsun, artık geleceğinde acı olmayacaktı. Beni bırakmadan önce yanağımdan öptü. 

"Sen geç, ben geliyorum." 

"Tamam.. geç kalma." 

Onu bırakıp içeriye geçtiğimde odanın toplanmış olduğunu görünce çok şaşırdım. Yatağın çarşafları değiştirilmiş, yerdeki mumlar kaldırılmıştı. Oda derli toplu duruyordu. Demek ben duş alırken o odamızı toplamıştı. Bütün kirlileri nereye koyduğunu merak ederek etrafıma baktım ancak bir şey göremedim. Onu diğer banyolardan birisine götürmüş olmalıydı. 

Üzerime sabahlığımı geçirdim. Sonra da uzun bir hırka giydim. Dışarıda yağmur yağmaya devam ediyordu. Midem guruldayınca gülümsedim ve odadan çıkarak aşağıya, mutfağa indim. Kızlar gece yememiz için bir şeyler hazırlayıp  dolaba koyduklarını söylemişlerdi. 

Işıkları yaktıktan sonra doğrudan buzdolabına yöneldim. Kapağı açtığımda gördüğüm yemek kaplarıyla kendimden geçtim. Hemen kaplardan birini çıkarıp ağzını açtığımda sarmaları görünce, "Allah'ım!" diye inledim. Tezgahın üzerine koydum ve içinden bir tane alıp ağzıma attım. Sonra diğer kapları çıkarmaya başladım. Sigara böreği, rus salatası, yoğurt ve el açması börekleri tezgaha, sarmanın yanına bıraktım. Dolaptan iki tane servis tabağı, çatal bıçak çıkardım. 

Merdivenden inen ayak seslerini duyduğumda dikkat kesilerek derin bir nefes aldım. Mutfağın kapısında beliren yakışıklı erkeğimi görünce ona gülümsedim. Benim gülümsediğimi görünce o da gülümsedi ve ağır adımlarla bana doğru yürümeye başladı. Üzerine siyah bir pijama takımı giymişti. Nemli saçları çok hoş duruyordu. Yürürken üzerinden resmen asalet akıyordu. 

Dudağımı ısırarak bu çekici görüntüyü içime çektim. Tam yanıma gelip durduğunda eğildi ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. Alçak bir sesle, "Acıktın mı?" diye sordu. Kollarımı beline doladım ve ona aşağıdan baktım. Kahretsin! Çok ama çok yakışıklıydı. 

"Biraz acıktım," dedim kedi gibi mırlayarak. "Sen de acıktın mı?"

Başını hafifçe salladı. Gözleri gözlerimden hiç ayrılmıyordu. Eğildi, dudaklarını dudağımın köşesine bastırdı. Heyecanlanarak iç çektim. 

"Seni seviyorum," diye fısıldadı yanağıma doğru. "Ağlamana da dayanamıyorum, lütfen bir daha ağlama." 

Belini sıkarak gözlerimi yumdum. "Denerim." 

"Tamam," diye fısıldadı ve yüzünü boynuma gömerek boynumdan da öptü. Tatlı öpücükleri usulca çeneme kadar ilerledi ve dudağımdan öpmeden geri çekilip yüzüme baktı. "Hadi seni doyuralım," dedi ve beni sandalyeye oturttu. O da yanıma oturdu. Servis tabağına yemeklerden koymaya başladı. Uzanıp ona yardım etmek istediğimde elimi havada yakaladı, nazikçe dudaklarına götürüp öptü sonra da götürüp kucağıma bıraktı. Bütün işi yaptıktan sonra bir çatal aldı. O çatalla hem beni, hem de kendisini besledi. 

O lokmamı çiğnememi, yutmamı beklerken yanaklarım kızarıyordu. Bana çok yakın duruyordu, o muhteşem kokusunu alabileceğim kadar yakınımdaydı. Dizi dizime değiyordu. Eğer sadece tek eliyle beni beslemesi gerekiyorsa diğeriyle de elimi tutuyordu.

Eriyordum, için için eriyordum. 

O kadar harika bir adamdı ki sadece onu izleyebiliyor, sesimi bile çıkaramıyordum. Çenesi düşük Gamze sus pus olmuştu. 

Karnımızı doyurduktan sonra bulaşıkları toplamak istedim, izin vermedi. O bulaşıkları hallederken ben de yemekleri  dolaba koydum. Buna inanamıyordum. Bu yakışıklı, zengin, muhteşem adamın iki tabağı yıkamasını izlerken hayret ediyordum. 

Bulaşığı bitirip bana döndüğünde onu izlediğimi gördü ve gülümsedi. Elini kurulayarak bana doğru birkaç adım attı. "Ne?" dedi yüzümdeki hayret dolu gülümsemenin nedenini merak etmişti.

"Hiç," dedim başımı iki yana sallayarak. Beni sarıp sarmalayınca iç çekerek ona yaslandım. 

"Hayır söyle," dedi ve eğilip burnunu burnuma sürttü. Bana böyle sürtündüğü zaman aklımı kaybedecek gibi oluyordum. 

"Bulaşığı yıkamana şaşırdım sadece o kadar." 

"Hım," dedi. 

"Yani," diyerek sözünü kestim. "Hiç bulaşık yıkayan bir adam gibi durmuyorsun."

"Ne var canım bunda?" diye fısıldadı yanağımı öpmek için eğilirken. Dişlerimi fırçalamalıyım diye düşündüm. 

"Yaniii.." dedim ince bir sesle. Ses tonuma gülümsediğinde ben de iç çektim. "bir şey olduğundan değil de, işte... sen salon adamısın sonuçta. Muhteşem bir erkeksin. Parmağını şıklatsan senin için bulaşık yıkama sırasına girecek insanların sayısını düşünmek bile istemiyorum." 

Bana hayretle baktı. "Deliriyor musun Peri?" diye sordu muzip bir tonla. "Böyle delirdiğin anlar..sana bayılıyorum." Dudaklarını boynumda hassas bir noktaya değdirdiğinde tenimi tatlı bir ürperti sardı. İnledim. Tenime doğru gülümsedi. 

"Ne söylediğimi biliyor muyum sanki," diye söylendim. "senin yanında nasıl kalbim durmuyor bilmiyorum. O iki tabağı yıkadığını görünce şaşırdım çünkü sen büs gibi bir adamdın Devrim Kuzgun. Beni az peşinde koşturmadın." Bir elimi yumruk yaptım ve omuzuna indirdim.

"Öyle mi yaptım?" dedi eğlenerek. 

"Hı-hı," dedim o dudaklarını hırkamı kenara çekip omuzuma bastırdığında. Allah'ım, bu tatlı işkenceye hangi kadın dayanabilirdi ki? Ben çok zorlanıyordum. "Duvardın duvar. Sana gönderdiğim o kaktüslerin dikenlerini sana batırmak istedim." 

Başını aniden kaldırdı ve gözlerime hayretle baktı. Işıl ışıl parlıyorlardı. Sonra da beni kucağına alıp ayaklarımı yerden kesince çığlık atarak ona tutundum. Beni aniden kaldırıp kendine doğru çektiği için dudaklarımız çarpıştı, ayrıldı. Göz göze geldik. Işıkları kapatmamı işaret etti. Titreyerek kapattım. 

Merdivenlere doğru yürümeye başladı. Beni yatak odamıza kadar hiç ağırlığım yokmuş gibi çok kolayca taşıdı. Ah,aman Allah'ım! Odadan içeriye girdiğimizde beni usulca yere bırakıp kollarını belime doladı. Öpmek için başını eğmişti ki, dişlerim! diye geçirdim aklımdan.

"Dişlerimi fırçalamam lazım," dedim. 

"Peri," diye mırıldandı. 

"Hemen dönerim," diye ikna ettim onu. Kollarından sıyrıldım ve ellerimle kendimi yelpazeleyerek banyoya yöneldim. Arkamdan geldi ve ben diş fırçama uzandığımda o da kendisininkine uzandı. Aynada gözlerimiz birbirine kenetlendi. 

Kalbim, diye düşündüm. Aniden ateş basmış gibi vücudum yanıyordu. 

Kalbim...sen buna nasıl dayanıyorsun Allah aşkına? 

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu