Peri ve Kuzgun - 30. Bölüm

Bölüm 30 : Yakınıma Gelme

Ona, 'Merhaba' demek sanki dünyanın en zorlu şeyiymiş gibi hissetmeme rağmen ona bir 'Merhaba' demiştim. Elinde tuttuğu kravatı, yüzündeki bariz olan rahatsızlığı ile bana dik dik bakarken sessiz kalmak için büyük çaba harcadım. Beni burada görmek istemediği, bunu beklemediği belliydi. Muhtemelen çok şaşırmıştı ve şimdi nasıl geri döneceğini de bilemiyordu. Artık onu çok iyi okuyabiliyordum. Bütün ifadesizliğine rağmen, aklından neler geçtiğini az çok tahmin edebiliyordum.

Burada olmamdan hiç hoşlanmamıştı. Bunu gözlerinde görebiliyordum.

Ah, ona ne kadar aşıktım!

Şimdi böyle onu görünce, gözlerine bakınca içimde kabaran merhamete hayret ediyordum. Kollarımla onu sıkı sıkı sarmak ve o mutfaktan içeriye girer girmez etrafı saran kokusunu yakından içime çekmek istiyordum.

"Nasılsın?" diye sordum.

Küçük adımlarla içeriye girdi ve kravatını ortada duran tezgahın üzerine bırakıp dolaba yöneldi. "Teşekkürler."

Kabaydı - sanırım konuşmasını bilmiyordu. En azından kadınlarla konuşurken geriliyor olmalıydı. Bir an için onu ne kadar gerdiğimi merak ettim. Yanımda duramayacak kadar sinirleri geriliyor muydu? Yoksa beni idare edilmesi kolay bir kadın olarak mı görüyordu?

Ona bakarken içimden doyasıya gülmek geliyordu. Bir kadın için ömrü boyunca doğru erkeği bulmak çok zordu. İnsan hayatında kaç kişi için, 'Bu o?' diyebiliyordu ki? İçimdeki bütün sesler Devrim'in O kişi olduğunu söylüyordu. Ve kalbim ona bakarken bile atmaya hala devam edebiliyorsa demek ki yaşanacak anılarımız olduğundandı. Çünkü bence çok az insan, bütün her şeyiyle sevdiği bir insana güçlükle bakardı. Bir kere insanın gözleri kamaşırdı. Göz göze gelindiği her an, sanki son nefesini alıyormuş gibi hissederdi.

Bizi ayakta tutan tek şey, yaşanması gereken zamanlardı. Yoksa bu çekime karşı koymak çok zordu. Demek aşık olmak böyle bir şeydi.

Daha önce hiç böyle hissetmediğim için biraz çarpılmış gibi hissediyordum. Aşkı basit diye düşünenlerin hiçbir şey bildiği yoktu oysaki. Ona bakarken, yerimden kıpırdamasam bile ona doğru akan merhameti, aşkı hissedebiliyordum. Onun bakışları ise gölgeliydi.

"Ablamı görmeye mi geldin?" dediğinde, "Evet." dedim. "Dün olanlardan sonra onun nasıl olduğunu merak ettim." Ve seni görmek umuduyla da çıkıp geldim, diye ekledim içimden.

"Biz iyiyiz," diye mırıldandı alçak bir sesle ve bana arkasını döndü. Dolaptan bir şişe su çıkarıp kapağını çevirdi ve şişedeki suyu içmeye başladı. Ben de o sırada kahve makinesindeki termosu aldım ve yere düşen ancak kırılmayan kupayı alıp tezgahın üzerine koydum.

Ellerimin titrediğini de o zaman fark ettim. Sakin ol, dedim kendime. Adamın üzerine atlamadan kendime hakim olmam gerekiyordu. Kendimde o kuvvetin olduğunu biliyordum. Aşık olduğumu fark ettiğim andan beri beni çepeçevre kuşatmış gibiydi.

"Sen de ister misin?" diye sordum kahveyi kupalara dökerken. Sesim fazla heyecanlı mı çıkmıştı yoksa bana mı öyle geliyordu?

"Teşekkürler. Çıkacağım birazdan."

Şişeyi arkasında duran ve çeşitli kategorilere ayrılmış çöp kutularının birisine attı. Kravatını almak için tezgaha doğru yürümeye başlamıştı ki, kravatla yaşadığı sorunu hatırladım ve kendimden de beklenmeyecek bir cesaretle, fazla hevesli bir sesle, "İstersen kravatını ben bağlayabilirim." dedim.

Eli kravata uzanırken durdu ve kirpiklerinin altından bana baktı. Kirpiklerini yaratana kurban olduğum diye düşündüm bir an ve sarsıldım. Ben ne zaman böyle şeyler düşünmeye başlamıştım? Karşımdakinin artık eski Devrim olmadığını hatırlamak zorundaydım. Gözlerimden aşk fışkırmadan ona bakabilmeyi de öğrenmeliydim. Onu korkutup kaçırmak istemiyordum.

Koca cüssesi ve zırhlı bir çelik beton kadar geçilmez olan benliğine rağmen onun benden korkup kaçacak olmasının verdiği düşünceye gülmek istedim ancak kendimi güçlükle tutabildim.

Bir kez daha, "Teşekkürler-" diyecekti ki sözünü yarıda keserek elimdeki termosu bıraktım ve ondan önce uzanıp kravatı aldım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken içimde yükselen deli gücünü hissedebiliyordum. Kirpiklerime kadar titriyordum. Dizlerimin çözülmek üzere olduğunu biliyordum. Ondan bu kadar etkilenirken yakınına nasıl sokulacağımı ise bilemiyordum.

Beyaz gömleği, siyah pantolonu için seçtiği koyu lacivert, saydam kare desenleri olan kaliteli kravatı elime aldığımda yumuşak dokusunun parmaklarımın arasında kaydığını hissettim. Dizimi kaldırıp kravatı dizimde mi bağlamalı mıydım, yoksa kollarımı kaldırıp onun boynuna dokunarak, kravatı üzerinde mi bağlamalı mıydım? Ben karar verme aşamasında biraz gecikince, sert itirazı ile karşılaştım.

"Gamze Hanım-"

Elimi kaldırarak, "Gamze!" dedim. "Hanım yok. Anlaşalım."

Bana çileden çıkan bir bakış attı. Önceden olsa bu ifadesi karşısında azıcık da olsa ürkebilirdim ama şimdi umurumda değildi. Uzanıp elimdeki kravatı almaya çalışınca ellerimi arkama götürdüm. Sanki bir çocukla baş edemiyormuş gibi iç çekti ve bana dik dik bakarak, "Kravatı verir misiniz?" dedi.

"Kravatı bağlamayı bilmiyor musun?" diye sordum ona kravatı vermek yerine. "Bunca yıldır iş adamısın, kravatını hep birilerine mi bağlatıyorsun?"

Dişlerini sıkarak, "Kravat bağlamayı biliyorum," dedi. "Sadece ..."

Susunca ona doğru bir adım atarak, "Sadece?" diye devam etmesi için teşvik ettim.

"Sadece ablası kravatını bağlamak istediği için arada sırada ablasına kravatını bağlattırıyor Gamze'cim," diyen Armağan'ın sesiyle irkildim. Devrim yüzünü buruşturarak elini arkama doğru uzattı ve bir anlık dalgınlığımdan yararlanıp ellerimin arasında tuttuğum kravatını aldı. Parmaklarının temasını hissettiğim an heyecanla irkildim.

Armağan içeriye girdi ve meraklı gözlerle ikimize baktı.

Devrim rahatsız görünerek ablasına döndü. "Ben çok geç kalmayacağım. Akşam olmadan gelirim ve gideriz. O zamana kadar hazır olur musun?"

Nereye gittiklerini deli gibi merak ederek bekledim. İçim içimi yerken, 'Nereye?' diye sormamak için direndim. Armağan, "Hazır olurum." dediğinde elimi ağzıma götürdüm ve parmağımın boğumunu ısırmaya başladım.

"Devrim benim güvenli bir yerde kalmamı istiyor, bu yüzden kimsenin pek bilmediği bir yere gideceğiz Gamze'cim. Dün olanlardan sonra biraz kafa dinlemek iyi gelir diye düşündü Devrim."

İçimden derin bir nefes alarak, "Öyle mi?" dedim. Devrim'e baktım. Bana bakmıyordu ancak bütün ilgisinin bende olduğunun farkındaydım. Sesimi duyduğu an gerilen omuzlarını artık kolaylıkla fark edebiliyordum. Kravatı almak için bana doğru eğilirken, o kısacak saniyelerde bana bu kadar yakınlaşmışken bile nefesinin sıklaştığını duymuş gibiydim. Onu etkiliyor muydum? Eğer durum öyleyse bu ne anlama gelirdi?

"Sen de bizimle gelsene."

Şaşırarak Armağan'a baktım ve başımı iki yana salladım.

Yüzünde büyük, masum bir gülümsemeyle bana bakan Armağan, "Yalnızca bir hafta kalacağız." dedi. "Yani.. çok sürmeyecek. Bir bağ evi. Ormanda yürüyüş yaparız, denize gireriz.. ne diyorsun? Hem sen de çok yorulmuşsundur. Ne kadar yoğun çalıştığını biliyorum. Biraz ara vermek sana da iyi gelir belki?"

Armağan'ın bu teklifi hangi cesaretle yaptığını bilmiyordum ama kesinlikle deli olmalıydı. Devrim bundan hiç hoşlanmayacaktı. Benim olduğum ortamdan kaçmak için bu kadar çırpınan bir adamla birlikte bir hafta bir bağ evinde nasıl kalabilirdim ki? Devrim de çıldırırdı.

Ama bu teklife bayılarak atlamak istediğim gerçeği beni sarsan bir diğer noktaydı.

Ben sessiz kalınca Devrim araya girdi. "Abla bir dakika özel olarak konuşabilir miyiz?"

"Ben koridora çıkıyorum," diyerek başımı eğdim ve mutfaktan çıktım. Ne konuştuklarını duyamasam da beklediğim beş dakika sanki bana beş yıl geçmiş gibi hissettirdi. Onun ablasını azarladığını, Armağan'ın bana yaptığı teklif yüzünden ona kızdığını tahmin edebiliyordum. Bu durumda ondan tam tersini beklemek aptallık olurdu.

Beş dakika sonrasında bir adet gergin ve öfkeli Devrim mutfaktan çıktı. Ben tam ona hediye ettiğim kaktüsün önünde durmuş çiçekleri inceliyordum. Bakışlarımız kesişti. Ona gözlerimi kırpıştırarak baktım. Bir adamın öfkesi bile bu kadar güzel olur muydu? Yoksa aşk benim beynimi mi sulandırmıştı?

Elinde hala kravatı tuttuğunu gördüm. Yanıma kadar geldi ve arkamda duran aynanın karşısına geçip kravatı boynuna geçirdi.

"Gelmemi istemiyorsun," diye mırıldandım onun yanına geçerek. Aynaya, kendine odaklanmış bir şekilde gömleğinin yakasını kaldırırken bana kısa bir bakış attı.

"Ablamın niyetini görebiliyorsun değil mi?"

"Evet," dedim başımı sallayarak.

Ellerinin kravatla boğuşmasını izliyordum. Yakasını indirmeden kravatı evirip çevirmeye başladı. Sanırım onu geriyordum çünkü bu işlem sandığımdan uzun sürüyordu.

"Gelmek mi istiyorsun?" diye sordu ve bana baktı. Bakışlarımız bir kez daha kesişti.

"Bu aralar ben de çok yoğundum - kısa bir tatil iyi gelebilirdi tabi ama sen beni yanında istemediğin için teklifi geri çevireceğim." Gözlerimi masumca kırpıştırdım ve onu doğru yerden vurduğumu düşünerek içimden sevinçle çığlıklar attım.

Sessiz kaldı. Gözlerini kısarak bakışlarını benden çekti ve yeniden aynaya baktı. Kravatla bu kadar uğraşıyor olması gözümden kaçmamıştı. Onu da kendimi de şaşırtarak aynayla arasında kalan kısa alana girdim ve o da bir adım geri çekilmek zorunda kaldı.

Kaşlarını çatarak bana baktı. Benden oldukça uzundu, ancak ayağımdaki topuklu ayakkabılarla neyseki çenesine kadar geldiğim için onun gözlerine doğrudan bakabiliyordum.

Titreyen ellerimi kaldırdım ve ensesine doğru götürdüm. Gözlerinin içine bakarak, "İzin ver," diye fısıldadım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Ayaklarının dibine yığılmamak için derin derin nefesler aldım. Baş döndürücü kokusu her yanımı kuşatmıştı. İnceleyen, içimi delip geçen bakışları yüzümün yanmasına neden oluyordu.

İtiraz etmeyince gömleğinin yakasına dokundum. Teninin sıcaklığı parmaklarımı ısıtıyordu. Gözlerine bakmadan ona biraz daha yaklaşarak gömleğin yakasını kaldırdım ve kravatı güzelce yerleştirdim. Titreyen ellerim arada ensesine ve boynuna, saçlarının uçlarına değiyordu. Eğer gözlerine bakarsam kendimi tutamaz ve ona sarılırım diye korkuyordum. Bu kadar ulaşılmaz olmasaydı keşke diye düşündüm ve ellerimi öne doğru çekerek kravatı düğümlemeye başladım.

Kesik kesik nefesler alıyordum. Eğer yanlış hissetmediysem başını biraz öne eğdi ve gözlerim irice açıldı. Yutkundum. Bir iç çekme sesi duydum ve dayanamayıp başımı kaldırdığımla yüzünün bana çok yakın olduğunu gördüm. Hareket eden ellerim durdu. Gözlerinin güzelliğine takılı kaldım. Bana öyle bir bakıyordu ki, sanki eriyen buzları eritirdi, sanki küle dönmüş ateşi yeniden harmanlardı, sanki aylarca aç kalmış bir çocuğun bir parça kuru ekmeğe olan ihtiyacıydı.

Bakışlarını gözlerimden çekti ve artık hareket etmeyen ellerime baktı. Heyecandan elim ayağıma dolaşmış gibiydi. Boğazımı temizleyerek kravatını hızlıca bağlarken o da hareketsizce kaldı. Çenesini sıktığını görebiliyordum. Bu yakınlaşmadan hiç hoşlanmamıştı. Kravatını sonunda bağladığımda ellerimi ensesine götürdüm ve gömleğin yakasını indirerek düzelttim.

Ellerimi tam üzerinden çekiyordum ki iki elini de kaldırarak ellerimi havada yakaladı ve sıktı.

Son nefesimi veriyormuşum gibi nefesim tekledi. Kalp atışlarım düzensiz bir hal almaya başladı.

Başımı kaldırarak gözlerine baktığımda yüzünde sert bir ifade vardı ve bana olan bakışları beni delip geçecek kadar sinirliydi.

İri elleri, ellerimi sıkı sıkıya yakalamıştı. Sanki kalbimi tutuyormuş gibi hissettiğimden nefes almakta güçlük çekiyordum. Bakışlarımı onun gözlerinden ayıramıyordum.

Kısık bir sesle, "Yakınıma gelme," diye fısıldadı. "Lütfen."

Sonra ellerimi bıraktı ve ceketini giyerek evden çıktı. Ellerim onun bıraktığı şekilde havada kalmıştı. Az önceki kalp atışlarım şimdi yavaşlamıştı ve söylediği şey yüzünden derin bir yara almış gibi görünüyordu. Yakınıma gelme.

Hayal kırıklığı içinde ellerimi indirirken, Armağan'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Zamanla..." diyordu. "Her şey zamanla... hadi kahveleri al da gel."

Salon olduğunu tahmin ettiğim bir yere doğru giderken bana gülümsüyordu. O kardeşini benden daha iyi tanıyordu ve eğer zamana ihtiyacım olduğunu söylüyorsa muhakkak ki bir bildiği vardı. Olmak zorundaydı.

Mutfağa geçtim ve kendi kendime Devrim'in bu hareketlerine alışmam gerektiğini söyledim. Sonuçta onun bir anda bana karşı bir şeyler hissetmesini, bunu kabullenmesini ve bana izin vermesini bekleyemezdim. Çok sert sınırları vardı ve ben o sınırları onu korkutmadan zorlayacaktım.

Kahveleri alarak Armağan'ın peşinden ilerledim.

Gri, koyu mor renklerin hakim olduğu oturma salonuna baktım. Bizim evdeki renkli hava bu salonda yoktu ama yine de gayet şıktı. Televizyon ünitesinin önünden geçerek ortada duran granit sehpanın üzerine kahveleri bıraktım. Armağan zaten akülü sandalye olduğu için ben de karşısında olacak şekilde koltuğa oturdum.

"Nasılsın?"

Yanağındaki morarmış izin acımadığını umuyordum.

Buruk bir gülümsemeyle, "İyiyim." dedi. "Önemli değil. Sen nasılsın asıl? Bütün bu yorgunluğunun üzerine bir de beni ziyarete gelmişsin."

"Seni merak etmiştim," diye açıkladım. "İyiyim ben de. Evet yorgunum ama dinlenecek vaktim yok ne yazık ki. Bu yeni ayı da atlattığımız zaman ancak dinlenebileceğim. Mekanı değiştirmeyi düşünüyoruz ama henüz kararlaştırdığım binayı satın alamadım."

"Mekanı mı değiştiriyorsun? Neden?"

"Daha büyük bir yere ihtiyacımız var. İnsanlar içeriye girdikleri andan itibaren sanki bir müzayedeye gelmiş gibi hissetmeliler. Bir moda evi, ev gibi olmalı diye düşünüyorum. Oturup sohbet edecek kanepeler, tasarım kıyafetlerinin giydirildiği mankenler ve renkli raflar, içinde küçük bir pastanenin olduğu bir moda evi. Şimdiki yerde de bu kadar geniş bir alanda hizmet vermek mümkün değil. Özellikle provalar için ayrı bir alan olmalı. O yüzden taşınmamız şart."

"Kararlaştırdığınız bina dedin? Yani bütün bunlar için aklında bir bina var?"

"Ah evet! Eskilerden kalma oldukça geniş bir bina. Üç katlı ve hemen ilk katta yukarıya doğru gösterişli büyük bir merdiven çıkıyor. Merdivenleri görünce, oraya yerleştireceğim mankenleri düşünmeden edemedim. İçerisi oldukça geniş. Mimar bir arkadaşım benim için binayı restore edecek ve sonrasında da birlikte çok güzel bir moda evi oluşturacağız....ama binayı maalesef henüz satın alamadım."

"Neden?"

"Kiralamak istemiş, depozitomu da ödemiştim ancak bina sahibi sözleşmeyi feshetti. Sonrasında da binayı başkasına sattı. Yarın o kişiyle görüşmeye gideceğim. Bir anlaşmaya varabileceğimizi umuyorum." Eğer binayı satın alabilirsem orası gerçekten de benim için çok güzel bir yer olacaktı.

Çoktan beri hayalini kurduğum moda evine asıl kimliğini o bina kazandıracaktı.

Armağan, "İnşallah öyle olur," diyerek kahvesinden bir yudum aldı. "Eğer yardım edebileceğim bir şey olursa lütfen söylemekten çekinme."

"Çekinmem," diyerek gülümsedim.

Ona sormak istediğim çok soru vardı. Bunların çoğu da onun ve Devrim'in geçmişi hakkındaydı. Ancak beni nasıl karşılar bundan emin olamıyordum. Onu sorgulamam doğru olur muydu? Belki de kızardı. Hem bugüne kadar geçmişi hakkında hiç konuşmamıştı. En azından kötü olan kısımları dışında. Bana Hep Devrim'in çocukluğundan bahsetmişti ve anne babasının da kazada öldüğünü söylemişti.

Ona inanmıştım.

Onları bu hale, anne ve babalarını aynı anda kaybetmelerinin verdiği keder getirdi sanmıştım ama olay çok başkaydı. Sanırım bana onların kazada öldüğünü söyleyerek olayın üzerini kapatmak istemişti. Bu da onun bu konu hakkında konuşmak istemediğini gösterirdi.

Yine de merak ettiğim o kadar çok şey vardı ki.

Özellikle Armağan'ın kaçırıldıktan sonraki hayatını düşündükçe içimde kabaran öfkeye engel olamıyordum. Hiç mi kurtulma şansı olmamıştı? Onlara sahip çıkan akrabaları hiç mi olmamıştı? Devrim onu nasıl kurtarmıştı? Bütün bunlar içimi kemirirken Armağan'ın yüzüne karşı susmak çok zordu.

"Düşünceli görünüyorsun," diye konuştu. "Aklını kurcalayan bir şey var gibi. Bana bir şey mi söylemek istiyorsun?"

Yutkunarak elimdeki kahveyi bıraktım.

Gülümsemeye çalışarak ona baktım. Devrim'i sevdiğimi ona söylese miydim? Ondan etkilendiğimi, onu kazanmak istediğimi onun ablasına anlatsa mıydım?

"Seni kemiren şey her ne ise söyleyiver gitsin," diyerek gülümsedi. "Rengin soldu sanki."

Ellerimi yanaklarıma bastırdım ve, "Öyle mi?" diye fısıldadım. Armağan'ın gidip Devrim'e anlatmasından da korkuyordum. Bizi bir araya getirmeyi çok istiyordu ve bu bilgiyi Devrim'e karşı kullanabilirdi.

"Gamze? İyi misin?" Elini uzattı ve elimi tuttu.

"Sanırım değilim," diye mırıldandım hissettiğim aşktan ve panikten boğuluyormuş gibiydim. "Kafam çok karışık."

"Bana her şeyi anlatabilirsin, biliyorsun değil mi?" Elimi sıktı. "Konu ne? Sen misin?"

Gözlerine bakmaya çekiniyordum, o yüzden başımı önüme eğdim. İçimdeki kuvvet ona her şeyi söylememi istiyordu. Ona anlatmamı,ondan Devrim ile ilgili bilmem gereken her şeyi öğrenmemi söylüyordu. Bu konuda bana en büyük yardım ablası Armağan'dan gelecekti. Bana bir tek o yardım edebilirdi.

"Su getirmemi ister misin?"

Başımı iki yana salladım. Onu mutfağa kadar yoramazdım. "İyiyim ..iyiyim..sadece biraz gerginim."

"Konu nedir?" diye üsteledi. "Bu kadar kıvrandığına göre çok büyük bir şey söyleyecek gibisin." Gözlerimi onun yüzüne çevirdiğimde yüzünün kaskatı kesildiğini gördüm. "Aman Allah'ım, yoksa evleniyor musun?"

"Ne?! Hayır. Hayır," diyerek yüksek sesli bir tepki verdim. "Hayır. Tabiki evlenmiyorum."

"Oh, bu iyi.." diyerek elini kalbine götürdü. Anlamsız bakışlarımı görünce kendini toparladı. "Yani.. tabiki evlilik güzel bir şey ama henüz gençsin."

Tek kaşımı kaldırarak, "32 buçuk yaşa sen genç mi diyorsun?" diyerek güldüm. Gülmek iyi gelmişti.

Gülümsedi. "Sanırım iyi yalan söyleyemiyorum."

"Evet," diyerek onu onayladım. "Artık yaşlanıyorum, eğer hemen evlenmezsem kırklı yaşlarımda kucağımda bebekle gezeceğim." Eskiden evlilik fikrine bu kadar kafayı takmazdım. Hatta evlenmeyeceğimi söyler dururdum ama artık ben de anne olmak istiyordum. Kendime ve çok sevdiğim bir adama ait olan yuvamızda yaşamak istiyordum. Her akşam baba evine dönmenin bu kadar ağrıma gideceğini düşünmemiştim. Kardeşlerim birer birer evlenip evden ayrıldıktan sonra kendimi çok yalnız hissetmiştim.

"Seninle açık konuşacağım Gamze," dedi bana doğru eğilerek. "Senin kardeşimden başka birisiyle evlenmeni istemiyorum. Az önce sizi gördüm. Birbirinizden etkilendiğiniz o kadar belli ki."

Yanaklarımın kızardığını hissederek, "Etkilenmekten de fazlası," diye fısıldadım.

Gözlerinin ışıldadığını görünce utanarak bakışlarımı kaçırdım ve gülümsedim.

Coşkuyla, "Doğru mu bu?" diyerek elime yapıştı.

"Bilmiyorum," diye fısıldadım. "Kafam o kadar karışık ki. Ona bir baksana! Yani ben...bilmiyorum.. iyi hissetmiyorum ya da çok iyi hissediyorum! Açıkçası ne hissedeceğimi bile bilemiyorum. Az önce bana ne söylediğini duydun."

"Evet, duydum!" diyerek gülümsedi. Çok mutlu görünüyordu. Sanırım verdiğim haber onu çok mutlu etmişti.

"Bana, 'yakınıma gelme' dedi. Lütfen diye ekledi. Onu çok zorluyormuşum gibi hissediyorum. Yakınında olmamı istemiyor." Başımı önüme eğerek ellerimi şakaklarıma koydum ve ovalamaya başladım.

"Deli kız! Ben kardeşimi tanırım. Onu etkilediğin için böyle davranıyor. Bugüne kadar onun kalbini kazanmaya çalışan çok kadın oldu ama birisine bile böyle bir şey dediğini hatırlamıyorum. Her zaman sert bir bakış, kibar bir uyarı kadınları ondan uzak tutardı. Aralarında ısrarcı olanlar da oldu ancak Devrim hiçbirini bu kadar umursamadı."

Başka kadınların varlığı bile beni rahatsız ediyordu. Devrim'in onlara yüz vermemiş olması elbette önemliydi ancak onu başka bir kadınla düşünmek vücudumda kızgın demirler dağlamış gibi yakıcı bir acıyı çağrıştırıyordu.

"Beni umursadığını nereden biliyorsun?" dedim üzülerek. "Beni kendisinden uzak tutmak için her şeyi yapıyor."

"Hiçbir kadına karşı böyle değildi," dedi. "Seni umursadığını söylüyorum çünkü bunu hareketlerinde görüyorum. Senin yanındayken çok farklı Gamze. Sanki sürekli tetikte bekliyor gibi. Başlarda böyle değildi ama sonradan...sonradan değiştiğini fark ettim. Onunla konuştuğum zaman ben hep onun iyi olması için seninle evlenmesini söylerken o kendinden önce hep seni düşünüyordu. Bana, 'O beni ister mi?' dedi."

Şoke olarak ona bakakaldım. Neler söylüyordu?

"Biliyorum belki bana kızacaksın ama... ona seni kaçırmamasını söylüyorum bazen.. yani bu gibi şeyler .. kızıyor ama yine de konuşuyorum işte. Kızmaya hakkınız var biliyorum evet.Sonuçta yetişkin insanlarsınız...ben sadece benim gördüğümü görün istiyorum." Suçlulukla başını eğdi.

Ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım. Benim hakkımda Devrim'le mi konuşuyordu? Ve Devrim benim iyiliğimi düşündüğü için bunu istemiyordu.

Beni ister mi?

"Sana ne söylüyor?" diye fısıldadım hissettiğim karmaşadan sıyrılmaya çalışarak. Kalbim kulaklarımda uğulduyordu.

Tereddüt etti ancak sonra konuşmaya başladı. "Karanlığının seni yok edeceğini, senin daha iyisini hak ettiğini, hayat dolu olduğunu ve kendisinin seni üzeceğini gibi şeyler söyledi. Seni düşünüyor. Ona, ya onun aydınlığı seni karanlıktan çıkarırsa dedim."

Kalbim ağzımda, "Ne söyledi?" diye sordum.

Hüzünle başını iki yana salladı. "Çok fazla mutluluğun acı getireceğini söylüyor. Bana benimle mutlu olduğunu, daha fazlasını istemediğini söylüyor."

Tam da düşündüğüm gibiydi. Beni hayatına belki de hiç kabul etmeyecekti. Ama Armağan bizim birbirimizden etkilendiğimizi düşünüyordu. Kravatı onun boynuna bağlarken eğer yanlış anlamadıysam saçlarımı koklamıştı. Başını hafifçe eğmişti ve tam başımın üzerinde onun varlığını hissetmiştim.

Gerçekten de saçlarımı mı koklamıştı yoksa bu bilinçsizce yapılan bir hareket miydi? Ellerimi tuttuğu anı hatırlayınca kulaklarıma kadar alevlerin çıktığını hissettim. Öyle bir tutmuştu ki bir an için kalbimin durduğunu hissetmiştim. Hani olmazdı ya, yine de beni öpeceğini düşünerek heyecanlanmıştım.

Birbirine yakın olan vücutlarımızın arasında, havada tuttuğu ellerimi sıkmış ve gözlerimin içine bakmıştı. Gözleri doğru bakabilen bir insan için çok şey anlatıyordu.

"Yakınıma gelme."

Boğuk fısıltısı kulaklarımdan silinmiyordu.

Yakınına gitmezsem, nasıl yaşardım?



Daha yeni Daha eski

İletişim Formu