Dünyalar Tatlısı Bir Çift Tanımıştım: Ebediyete Göçmüş Birisi

Hastane Penceresinden Gökyüzü

2021'in şubat ayında, babamın kalp kontrolü vardı. 2020 temmuzda geçirdiği kalp krizinin ardından müdahale edemedikleri damarlara müdahale edeceklerdi. Rutin kontrolümüzü gerçekleştirdik ve doktor Fatma Hanım, tansiyonunun aşırı yüksek çıkması üzerine gitmemize izin vermedi ve servise yatışımızı gerçekleştirdi. Cuma günüydü. Babam biraz paniklemişti o gün ve eve gidip gelelim önce demişti. Ancak buna izin vermedim ve onu serviste odasına bıraktıktan sonra otobüse atlayıp eve geldim. Küçük bir çanta hazırladım, annemlere durumu anlattım, onları sakinleştirmeye çalıştım ve tekrar hastaneye döndüm.

Asansöre atlayıp 6. kata, babamın yanına çıktım. Bize verilen oda iki kişilik bir odaydı, yani iki hastanın kalabileceği bir odaydı. Ben odaya girdiğimde babam öylece oturuyordu, tansiyonu düşmüştü. Biraz oturduk ve durum değerlendirmesi yaptık, annemleri aradık. Sonrasında ben eşyalarımızı dolaba koyarken, kapı açıldı ve içeriye sandalyeye oturtulmuş yaşlı bir amca ile bir teyze girdi. Görevli bir adam, amcanın sandalyesini sürüyordu. Amcaya destek oldular ve yatağa oturttular.

Hastanedeki üç günümüz bu güzel insanlarla geçti. Güçlü olmak, her şeye koşabilmek ve ayık olabilmek için kendimi ekstra zorladığım bir süreçti ve bu süreç orada tanıdığım amca ve teyze sayesinde daha kolay geçti benim için.

Amca huysuzdu biraz, daha ilk gelişinde anlamıştım. Ama huysuzluğu dışarıdan çok sevimli görünüyordu, babamla gülümseyerek izliyorduk onu. Yatışını gerçekleştirdiler ve bileğine isminin yazılı olduğu bir kağıt takıp gittiler ve amca o bilekliği atıvermişti. Teyze ile tanıştık sonrasında. Geçmiş olsun dileklerinde bulunduk birbirimize. Amcanın neyi var diye sordum. Prostat kanseriymiş, kalp rahatsızlığı varmış, kalbi büyüyormuş, aynı zamanda işitme kaybı da yaşıyormuş yani kulağının dibinde biri bağırmazsa, ki gerçekten bağırması gerekiyordu o kişinin, hiçbir şey duymuyordu.

Maske takmaktan nefret ediyordu, maskeyi hep çıkarıp atıyordu. Hemşire gelip oksijen maskesi taktığında yüzüne buhar vurdukça amca sinirleniyordu, "Bu bir işe yaramıyor!" deyip huysuzlanıyordu. Aynı zamanda güler yüzlüydü. Bizimle konuşuyor ama bizim ne dediğimizi duyamıyordu. Çok sıcakkanlıydılar. Teyze hemen eşinin yanında, onu şikayet ediyordu bize tatlılıkla. Amca duyamadığı için rahat rahat anlatıyordu onu. Babamla biz gülüyorduk, amca da bizimle beraber gülüyordu, öyle sevimliydi ki. Gençliğinde iken teyzeye çok çektirmiş ama teyze çok sabırlıymış, bu yaşa kadar birbirlerini idare ederek gelmişler. Amca çok inatçıydı, teyzeyi gerçekten bunaltıyordu kimi zaman. Akşam olup da televizyon izlerken, haberleri izliyor yorum yapıyordu bizlere. İçim korku dolu olmasına rağmen, yüzümden gülümseme hiç eksik olmuyordu onlar sayesinde.

İlk gün böyle geçti, ertesi sabah doktorumuz geldi ve öğlene doğru babamı anjiyoya alacağını söyledi. Biz hazırlandık; babam kıyafetlerini çıkardı önlük ve bone giydi. Tekerlekli sandalyeye oturdu. Bir görevli onun sandalyesini sürerken ben de yanında ilerledim. Bir saat boyunca ameliyathane önünde bekledim, bu ilk zaman daha zordu. Temmuzdaki ilk kez kriz geçirdiği zaman çok ama çok zordu. Gece yarısı, eşyalarını bir poşete koyup elime verdiklerinde ve benden birkaç belge imzalamamı istediklerinde dizlerimin bağı çözülmüştü, hala o his geçmedi ne yazık ki. Her neyse...

Bir saat sonra doktor Fatma Hanım çıktı ve bana babamın iyi olduğunu kalan damarları da açmayı başardığını söyledi ve odada beklememi, 5 saat sonra babamı bana göndereceğini söyledi.

Odaya tekrar çıktım ve teyzeyle amcanın yemek yediklerini gördüm. Görevli bana yemek bırakmamış, teyze istemiş ama babamla ben odada olmadığımız için bırakmamışlar yemeği. Teyze aç kalacağımı düşünerek kendi yemeklerini benimle paylaşmayı teklif etti. Ben geri çevirdim, amca bana kızdı. :) "Gel beraber yiyelim." dedi, kibarlıkla geri çevirdim, zaten pek iştahım da yoktu. Kendi yerime geçip annemleri aradım.

Amca hastane yemeklerini pek sevmiyordu, o yüzden teyze oğlunun yemek getirdiğini söyledi, beraber yeriz diyerek ısrar etmeye devam ettiler ancak kibarca geri çevirdim onları, yiyemedim. Amca, oğlu gelince inadını sürdürmeyi bırakıyormuş, oğlundan biraz korkuyormuş, kuzu gibi oluyormuş teyzenin deyimiyle. Açıkçası bu bana çok sevimli gelmişti çünkü amca korkulacak birisiydi zaten, onun oğlundan çekindiği düşüncesi insanı gülümsetiyordu. Derken amcanın oğlu geldi tekrar, kantinden bir şeyler almıştı. Tanıştık, biraz da onunla sohbet ettik. "Senden korkuyormuş, doğru mu?" dedim. Oğlu güldü ve onunla ilgili anılarını anlatmaya başladı, hepsi birbirinden tatlı ve güzel anılardı. Bazı anne ve babalar yaşlandıklarında evlatlarının çocukları oluyorlar. Roller yer değiştiriyor. Amca, oğlu yanındayken maskesini çıkarmadı, huysuzlanmadı, arada oğluna bir şeyler söylüyor hepimizi güldürüyordu. Bir zaman sonra uykusuzluğa yenik düştüm ve uykuya daldım.

Akşam 9'a doğru babamı getirdiler. Acıktığını düşünerek kantinden bir şeyler almıştım çünkü bir gece öncesinden beri ne yemek yemiş ne de su içmişti, saatlerdir açtı. O karnını doyururken, amca, "Senin kız yemek yemedi ama senin karnını doyuruyor." deyiverdi. Öyle bir söyledi ki hepimiz kahkaha attık. "Bizim yemeklerimizi de yemedi, beğenmedi herhalde." dedi. Çok mahcup oldum, teyze benim tepkimi görünce, "Sana takılıyor." diye güldü. Ancak amca da gülünce anladım bana takıldığını. İlaç gibi insanlardı vesselam, insana öyle iyi geliyorlardı ki. Pazartesi günü anjiyoya girecekti, biz de pazartesi günü taburcu olduk. Onlarla vedalaştık, onları orada bırakmak çok zoruma gitmişti. Gitmeden onlarla hatıra olsun diye şu fotoğrafı çekmiş idim.

Canlarım Benim

O günün akşamında teyzeyi aradım ve amcanın durumunu sordum, anjiyodan sonra huysuzluk çıkarmış amca, zor uğraşmışlar, ancak sonrasında daha iyi olduğu için o gün taburcu olmuşlar. Bir iki gün yine aramaya devam ettim.

Aradan aylar geçti. Bir bayram günüydü, aklıma onlar geldi ve hallerini hatırlarını sormak hem de bayramlarını kutlamak istedim. Ancak içimde, eğer şimdi ararsam ve amcanın ya da teyzenin öldüğünü duyarsam çok üzülürüm diye düşünüyordum. Bayramın ilk günü erteledim bunu. Ancak ikinci günü dayanamadım ve aradım teyzeyi. Unutmamıştı beni. Çok ama çok mutlu olmuştu hatta.

Amcanın iyi olduğunu, onun dışında herkesin, çoluk çocuk herkesin virüse yakalandığını söyledi. Teyzenin kendisi de virüse yakalanmış. Amcanın virüse yakalanmamasına öyle çok gülmüştüm ki. Sağlığı iyi olsundu tabii ki, sadece o inatla hasta olmamayı başarmış olması çok sevimli gelmişti bana. Teyzeyle beraber gülmüştük hatta, ona bir şey olmaz yeğenim olan bana olur demişti. "Çok çok selam söyle, ellerinizden öperim." demiştim ben de. Amca hastalığa meydan okuyan birisiydi. 80 yaşındaydı ve maske takmaktan nefret ediyordu, nasıl oldu da o virüse yakalanmadı, aklıma geldikçe gülümserdim.

Onları en son, o zaman aradım. Aradan koca bir sene geçti. Şu sıralar içimde bir his, aslında bir aydan fazladır süren bir his bu, "Ara onları Esra." diyordu. Bu öyle güçlü bir histi ki, anlam veremedim. Kendi kendime bizi unutmuşlardır dedim erteledim, türlü koşturmalar, problemler şu bu derken unuttum. Ancak şu birkaç gündür bu his yeniden depreşti ve artık aramalıyım dedim kendi kendime. Tam o sırada mutfaktaydım, yemek yapıyordum. İşlerim bitince bahçeye çıkar ararım, hallerini hatırlarını sorarım, içimdeki bu his de diner, rahatlarım diye düşündüm. Aslında asıl çekincem, teyzenin ya da amcanın ölüm haberini almaktı, ama aramadan iyi olup olmadıklarını, hayatta olup olmadıklarını bilemezdim, endişelerimi bir kenara bıraktım ve işlerimi bitirince dışarıya çıkıp önce derin bir nefes aldım, sonra da teyzeyi aradım.

Numaranın çaldığını duyunca sevindim. Sonra teyze telefonu açtı ve rahatladım, sesinden tanıdım onu. Şu sıralar sesim grip nedeniyle iyice kısılmış durumda, konuşurken kendimi zorlamak durumunda kalıyorum, bu nedenle teyze beni başta tanımadı, "Tanıdın mı beni Esaret teyze?" dedim, sonra da adımı ve hastanedeki tanışıklığımızı dile getirince, "Çıkarmıştım başta ama emin olamamıştım, unutmamışsın bizi." dedi. Onu unutmadığım için çok sevindi yine ve hemen ardından, "Kocayı kaybettim kızım." dedi.

Bunu duymaktan öyle korkuyordum ki, içim ezildi, gözüm doldu anında. Çok üzüldüm. Amcanın o sevimli halleri gözümün önüne geldi. Konuştuk biraz... Amca, hiçbir rahatsızlığı yokken öylece göçüp gitmiş, sağlıklı hissettiği bir anda teslim etmiş ruhunu. Alzheimer rahatsızlığı da vardı ancak ilerlememişti henüz. Birkaç gün önce tek başına evin çatısına çıkmış, oğlu onu oradan korkarak indirmiş. Teyze, "Ya oradan düşüp ölseydi?" dediğinde içim cız etti. Bahçede bir şeylerle uğraşıyorlarmış, öylece oturup kalmış amca. Öyle yummuş hayata gözlerini. Kendisiyle birlikte götürmüş o tatlı huysuz hallerini. Umarım ruhu iyi bir yerdedir ve bütün ağrıları dinmiştir, dinleniyordur.

Hastanedeyken bana anlatıyorlardı; ördekleri, tavukları varmış ve amca onlarla ilgilenmeyi seviyormuş. Hatta amca telefondan diğer çocuklarına bağırıyordu tavukları yemsiz bırakmasınlar diye. Bilgisayarım onlara dair videolarla dolu, olabildiğince çok anı kalsın istedim. Bana kendi rahmetli dedelerimi hatırlattı, eğer yaşasalardı onun kadar harika bir insan olurlardı bundan çok eminim...ki zaten onlar öyleydi de. Hayat boyu türlü çileleri olmuş ama buna rağmen birbirine tutunmayı başarabilmişler. Hayat onlara birçok şey yaşatmış, amcanın yüzüne, teyzenin anlattıklarına bakınca üzülmeden edememiştim.

Neredeyse bir asrı devirecek bir yaşa gelip de hayata artık tahammül edememek, nasıl bir duygu anlayamasam da tahmin edebiliyorum sanırım. Birçok şeyin anlamsız geldiği, sabırsızlığın hat safhada olduğu bir dönemden geçiyordu amca da o zamanlar. Sağlıklı olmak için hastanede olmasına rağmen, doktorların söylediği birçok şeye ters tepki veren bir insandı, bıkmıştı çünkü. Ama enerjik, komik, sevimli ve çok da akıllıydı. Ben onu ve eşini çok sevmiştim.

Öldüğünü duyunca o kadar üzüldüm ki. Üstelik tam da 40. gününde aramışım teyzeyi, kırkının yemeğini vermişler. Yani, onları aramalıyım hissi içime düştüğü ilk anda, bir ay önce arasaymışım, amca belki de hala hayatta olacaktı. Belki de sesini duyacaktım onun, o benim sesimi duyamasa da. Ama olmadı...

Teyze aradığım için çok mutlu oldu, öyle güzel dualar etti ki mahcup oldum. Nasıl unutabilirdim ki onları? Dünya tatlısı insanlardı ve bu insanlarla üç gün aynı odada, iyi kötü anılar paylaşmıştık. Sanırım hep de hatırlayacağım onları ve her hatırladığımda dua edeceğim onlar için. Ve bazen, gerçekten aklımıza düştüğü anda yapmalıyız bazı şeyleri, ertelemeye bırakmadan. Bugün bunu anladım. Hayat ertelemeye gelmiyor, hem de hiç. Çünkü ölüm gibi bir gerçek var.

Teyzenin iyi dileklerini alarak kapattım telefonu, konuştuk güzelce, ona da bana da iyi geldi bu konuşma. Çocukları yanında kalıyormuş. "Yalnız kalamıyorum daha." dedi. İçim buruk kaldı ama, teyzenin biraz daha iyi olduğunu duyduğuma sevindim bir yandan elbette ama yine de üzüldüm. Hayat öyle karmaşık ve öyle tuhaf ki bazen. Çoğu insan, ne yapacaksın hastane odasında tanıştığın insanları da arıyorsun, bu kadar üzülüyorsun diyebilir belki. Ama ben asla böyle bir insan olamadım. İnsan vefalı olmalı hep. Hayatta vefa denen duygunun ne kadar kıymetli bir şey olduğunu asla anlayamayacak insanlar var bu dünyada ve bu çok üzücü aslında.

Zaman zaman ben yine teyzeyi aramaya devam edeceğim. Halini hatırını, sağlığını sıhhatini soracağım ve iyi dileklerimi paylaşacağım onunla. O kadar üzüldüm ki, daha fazla bir şey yazamayacağım sanırım.

Umarım iyisindir be amca. Umarım gittiğin yerde çok iyisindir. Umarım hakkını helal etmişsindir. Ayrıldığımız gün helallik istemiş elini öpmüş idim, helal etmişti o da ama yine de, umarım hakkını helal etmişsindir. Kalbimde her daim yeriniz olacak. Sizi tanımak, sizinle birkaç gün geçirmek ve size yardımcı olabilmek benim için çok büyük bir onur ve mutluluk idi. Seni unutmam mümkün değil. Seni ve sevgili eşini...

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu